29 Kasım 2011 Salı

Davetsiz Misafir Kastamonu'da...

Davetsiz Misafir, tarihi çok eskilere dayanan Türkiye’nin cennet köşelerinden Kastamonu’ya gidiyor...

Evliya Çelebi ödülleriyle taçlandırılan Davetsiz Misafir programı, bu hafta tarihi çok eskilere dayanan Türkiye’nin cennet köşelerinden Kastamonu’ya gidiyor. 

Kastamonu’da gezmedik yer bırakmayan Turgay Başyayla, yörenin birbirinden renkli insanlarını ekrana getiriyor. Yöresel yemeklerin yapımına şahit olan Başyayla, ünlü kuyu kebabının yapılışındaki incelikleri izleyicilerle paylaşıyor. Azdavay ilçesinde bir eğlence gecesine katılan Başyayla, Kastamonulu insanlarla yöresel türküleri söylüyor. 

Kastamonulu genç kızların kurduğu Şalvar Spor futbol takımının erkek futbol takımını hezimete uğratmasını da eğlenceli görüntüler eşliğinde ekrana getiriyor. 

Davetsiz Misafir Kastamonu Bölümünü Küre TV'den izleyebilirsiniz.

Davetsiz Misafir Kastamonu Bölümü

Davetsiz Misafir, 30 Kasım Çarşamba günü saat 23:00’te Samanyolu’nda...

28 Kasım 2011 Pazartesi

Ve İnsan Aldandı 14. Bölüm - Şeytan Ağlarını Örüyor

Samanyolu ekranlarının beğeniyle izlenen dizisi “Ve İnsan Aldandı” yepyeni bölümüyle ekrana geliyor...

Zengin bir adamın şoförlüğünü yapan Ekrem, bir yanda ışıltılı hayatın, diğer yanda gecekondu kültürünün arasında sıkışıp kalır. Oğlunun istemeden başını belaya sokması ve karısının sitemlerinin de etkisiyle patronundan gelen akıl almaz teklifi kabul eder. Kabul ettiği teklifle Ekrem, ailesine ve kendisine bambaşka bir dünyanın kapılarını açar ancak öncesinde önemsediği pek çok değerle de arası gitgide açılır. Ekrem’e yeni hayatında hangi olaylar pişmanlık yaşatacak? Israrla istediği şaşalı yaşantıyı neden terk etmek isteyecek? Şeytanın akıl almaz oyunlarıyla imtihan olan Ekrem, çıkış yolunu nerede bulacak? Tüm bu soruların cevabı İnsan Aldandı’nın yeni bölümünde cevap bulacak.




Ve İnsan Aldandı 14. Bölümü Küre TV'den izleyebilirsiniz.

Ve İnsan Aldandı 14. Bölüm

Ve İnsan Aldandı, 14. Bölümü ile 28 Kasım Pazartesi 19:45'de Samanyolu TV'de ve aynı zamanda Küre TV'de...

27 Kasım 2011 Pazar

Samanyolu, Medya Center Kuruyor!

İşte Samanyolu Medya Center

Resim

Dış cephesi biten binanın içinde ve çevresinde düzenleme yapılıyor

Yatırım atağına geçen Samanyolu Medya Grubu, yeni yılda yeni binasına taşınıyor. İşte Samanyolu Medya Center... 

2012 yılında Üsküdar Çamlıca'daki merkezinden taşınacak olan Samanyolu Medya Grubu, Ümraniye'de yeni inşa edilen bir plazaya taşınıyor. 

Milliyet'ten Sina Koloğlu dün okurlarına Samanyolu'nun taşınacağı duyurmuştu. işte bu yeni medya merkezini bugün görüntüledi.

Resim

Son yıllarda finans merkezi haline dönüşen Ümraniye Hacegan Ormanı'nın yanındaki TEM otoyoluna komşu bölgede, Samanyolu ailesi Bank Asya ve AlbarakaTürk'ün Genel Müdürlük binalarına komşu olacak. ING Bank, AvivaSa, Ergo Sigorta, Nobel İlaç'ın da merkezlerinin yer aldığı bölgede çok sayıda yeni iş merkezinin yapımı da sürüyor.

KANAL SAYISI 10'A ÇIKACAK

Samanyolu Grubu'nun taşınacağı bina dışarıdan 8 katlı görünüyor, ancak yerin altında 9 kat daha bulunuyor. Alttaki katlarda stüdyolar yer alırken, 6 TV kanalıyla yayın yapan Samanyolu grubunun yeni binaya taşındıktan sonra kanal sayısını 10'a çıkarması hefedleniyor. Samanyolu TV, Samanyolu Haber TV, Mehtap Tv, Dünya Tv, Ebru Tv ve Yumurcak Tv kanallarına 4 yeni kanal daha eklenecek. Tüm teçhizatı yenileyecek olan Samanyolu, tüm kanallar da HD yayın yapacak.

Bu taşınma operasyonu ve teknik yenilenmenin Samanyoluna maliyetinin 20-30 milyon dolar arasında olacağı tahmin ediliyor.


Samanyolu, Medya Center Kuruyor!

25 Kasım 2011 Cuma

'Allah'ın Sadık Kulu' Filmi İzleyici Rekoruna Koşuyor

Resim

'Allah'ın Sadık Kulu: Barla' rekora koşuyor

Türkiye, Bediüzzaman Said Nursi'nin çile ve mücadele dolu hayatının bir bölümünü anlatan Allah'ın Sadık Kulu: Barla filmine büyük ilgi gösterdi.

Türkiye'nin ilk uzun metrajlı animasyon filmi olma özelliğini gösteren Barla, 19 günde 1 milyon 11 bin 995 izleyiciye ulaştı. Senaryo ve animasyon kalitesi ile göz dolduran "Allah'ın Sadık Kulu: Barla"nın 3 hafta olarak öngörülen vizyon süresi birçok ilde yoğun ilgi sebebiyle uzatıldı, seans sayıları da artırıldı. 

Film halihazırda gösterimdeki yapımlar arasında 1. sırada. Türkiye'de gişe rekorları kıran filmler sıralamasında da ilk 10 içerisine girdi. İlerleyen günlerde zirveyi zorlaması bekleniyor. Filmin yapımcılarından Fatih Gök, halkın filme gösterdiği ilgiyi kendileriyle de paylaştıklarını söylüyor. Gök, "Unuttuğumuz, mazide kalan bir devrin, tarihî bir dokümanın gözler önüne serilmesi, hatırlatılması adına çok tebrik aldık." diyor. Özellikle kadınların Risale yazımının bu kadar içinde olması ve Üstad'ın kız çocuklarına verdiği değerin dikkat çektiğini dile getiren Gök, "8 yaş altı çocuklardan dahi tahminimizi aşacak şekilde olumlu değerlendirmeler aldık. Bu kadar olumlu tepki bizim için de şaşırtıcı oldu. Animasyon deyince çocuk filmi gibi algılanmasının bu filmde doğru olmadığı gözlenmiş oldu." ifadelerini kullanıyor.




'Allah'ın Sadık Kulu' Filmi İzleyici Rekoruna Koşuyor

Farklı Desenler 52. Bölüm - Pınar ile Yasemin Karşı Karşıya

Resim

Asuman, Yasin'in ısrarları sonrasında Feride'yi işe alacak mı? Emir, evi neden terk etmek isteyecek?

Diğer yandan konağa iyice yerleşen Pınar'ın evi birbirine katmasına sebep olacak gizli evrakta ne var?

Yaşar ile Atilla'yı aynı mekanda buluşturacak olay ne? Feride'yi apar topar arabaya atıp kaçıran kişi kim olacak?





Farklı Desenler 52. Bölümü Küre TV'den izleyebilirsiniz.

Farklı Desenler 52. Bölüm

Farklı Desenler, 52. Bölümü ile 27 Kasım Pazar 19:45'de Samanyolu TV'de ve aynı zamanda Küre TV'de...

Şefkat Tepe - Serdar Komutan’ı Bekleyen Sürpriz

Resim

Şefkat Tepe merakla beklenen yeni bölümüyle ekrana geliyor...

Celil, halk tarafından linç edilmek üzereyken kim tarafından kurtarılacak? Örgütün işlerini bozduğu için Celil’e nasıl bir tuzak kurulacak? 

Direnci kırılmak üzere olan Leyla’nın hafızası hangi zayıf noktası kullanılarak silinecek? Leyla bu işlem sonrasında, kendisini kurtarmak için gelen Celil’e nasıl davranacak? Leyla’nın izine ulaşan Serdar Komutan ise, kendisinin düşman olduğunu düşünen Leyla’dan ne cevap alacak?




Şefkat Tepe 44. Bölümü Küre TV'den izleyebilirsiniz.

Şefkat Tepe 44. Bölüm

Şefkat Tepe yepyeni ve heyecan dolu bölümüyle 26 Kasım Cumartesi akşamı 19:45'te Samanyolu TV'de...

Muharrem Ayı ve Aşure Günü

Yarın Muharrem ayının ilk günü, hicri yılbaşı. Bu ayın diğer aylar arasında farklı bir yeri var. Çünkü içinde 'aşure' gibi önemli bir günü barındırıyor. Bugünde on peygamberine on farklı ikramda bulunan Allah (cc), bizlere de af ve mağfiret için imkânlar sunuyor. Peki, bu kutlu ayı nasıl değerlendirmeli?

Resim

Asr-ı saadet döneminde sahabeden biri Peygamberi-miz'in (sas) yanına gelir ve "Ramazan'dan sonra ne zaman oruç tutmamı tavsiye edersiniz?" diye sorar. Peygamberimiz, "Muharrem ayında oruç tut. Çünkü o, Allah'ın ayıdır. Bu ayın onuncu gününde tutulan orucun Allah katında, o günden önceki bir senenin günahlarına kefaret olacağını kuvvetle ümit ediyorum." cevabını verir. 

Yarın bu mübarek aya giriyoruz. Aynı zamanda hicri takvime göre yeni bir yılın başlangıcı yarın. Hicretin 1433'üncü yılına girilecek. Efendimiz'in Mekke'den Medine'ye hicretini esas alan bugün, İslam tarihinde bir dönüm noktası. Bu mübarek gün, Hz. Ömer zamanında takvim başlangıcı kabul edildi ve 1 Muharrem hicri yılbaşı oldu. 

Hicri senenin ilk ayı olan Muharrem'in 10'u aşure günü. Bu ayın diğer aylar arasında ayrı bir yeri olduğu gibi, aşure gününün de diğer günler içinde bereketli bir yeri var. Allah katında önemli olduğu Fecr Sûresi'nin ikinci ayetinde, "On geceye yemin olsun." ifadeleriyle anlatılıyor. Allah (cc), bu gecelere yemin ederek onların bereketini bildiriyor. 

Muharrem ayı ve aşure günü, Hıristiyan ve Yahudiler tarafından da kutsal sayılırdı. Nitekim Peygamberimiz Medine'ye hicret ettikten sonra orada yaşayan Yahudilerin oruçlu olduklarını öğrendi. Bunun ne orucu olduğunu sordu. Yahudiler, "Bugün Allah'ın Musa'yı düşmanlarından kurtardığı, Firavun'u boğdurduğu gün. Hz. Musa, şükür olarak bugün oruç tutmuştur." dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz de, "Biz, Musa'nın sünnetini ihyaya sizden daha çok yakın ve hak sahibiyiz." buyurdu. O gün oruç tuttu ve tutulmasını da emretti. Ancak ertesi sene Ramazan orucu farz kılınınca isteyenlerin tutmasını söyledi. Peygamberimiz (sas), bu günle ilgili olarak, "Zilhiccenin son günü ve Muharrem'in birinci günü oruç tutan, o yılın tamamında oruç tutmuş gibi sevaba kavuşur." buyuruyor. 

Bir gün ikramda bulun, bir sene kazan 

"Ramazan ayından sonra en faziletli oruç, Allah'ın ayı olan Muharrem ayında tutulan oruçtur." hadis-i şerifi, bugünlerde tutulan orucun önemini ifade ediyor. Bu hadisin açıklamasını İmam-ı Gazali şöyle yapıyor: "Muharrem ayı hicri senenin başlangıcı. Böyle bir yılı oruç gibi hayırlı bir temele dayandırmak ne güzel olur. Bereketinin devamı daha fazla ümit edilir." Gerek Yahudilere benzememek, gerekse orucu tam aşure gününe denk getirmemek için, Muharrem'in dokuzuncu, onuncu ve on birinci günlerinde oruç tutulması tavsiye ediliyor. 

Bugünde oruçtan başka hayır, hasenat ve sadaka gibi güzel âdetler de yaşatılmalı. Herkes, bugünlerin faziletini bildiren hadiseleri hatırlayarak ailesine, akraba ve komşularına ihsanda bulunursa şüphesiz sevabını kat kat alır. Peygamberimiz, müminin aile efradına aşure gününde her zamankinden daha çok (fazla külfete girmeden, aile bütçesini zorlamadan) ikramda bulunmasını tavsiye ediyor. Bir hadiste şöyle buyuruyor: "Her kim aşure gününde ailesine ve ev halkına ikramda bulunursa, Cenab-ı Hak da senenin tamamında onun rızkına bereket ve genişlik ihsan eder." 

*** 

Şükürler olsun Ehli Beyt'in sonu kesilmedi 

Muharrem Ercan (Alevi dedesi): Muharrem ayının onuncu günü Hz. Hüseyin'in Kerbela'da şehadetine denk geldiğinden Aleviler olarak 12 gün oruç tutarız. Bu orucun adı 'yas orucu'dur. 12. günden sonra İmam Hüseyin'in oğlu Zeynel Abidin sağ kurtulduğu için hem aşure kaynatır hem de kurbanlar keseriz. "Şükürler olsun Ehli Beyt'in sonu kesilmedi." diye. Kerbela'da İmam Hüseyin'e su verilmediği için su içmiyoruz. Muharrem orucunda 12 gün boyunca su ihtiyacı başka sulu gıdalardan alınıyor ve et yenilmiyor. 

*** 

On peygambere on ikram 

Bu güne aşure denmesinin sebebi, Arapça "aşûra" kelimesinin onuncu gün anlamına gelmesi. Allah (cc) bu günde, on peygamberine on değişik ikram ve ihsanda bulunuyor: 

1. Hz. Musa'nın denizi yarması üzerine Firavun ile ordusu sulara gömüldü. 

2. Cudi Dağı'nın üzerine Hz. Nuh gemisini demirledi. 

3. Balığın karnından Hz. Yunus, bu günde kurtuldu. 

4. Hz. Âdem'in tövbesi kabul edildi. 

5. Hz. İsa, aşure günü dünyaya geldi ve o gün semaya yükseldi. 

6. Kardeşlerinin attığı kuyudan Hz. Yusuf bu günde çıkarıldı. 

7. Hz. Davud'un tövbesi kabul edildi. 

8. Hz. İbrahim'in oğlu Hz. İsmail doğdu. 

9. Hz. Yusuf'un hasretinden dolayı gözleri kapanan Hz. Yakub görmeye başladı. 

10. Hz. Eyyûb, hastalığından o gün şifaya kavuştu. 

Hicri yılbaşı kutlanmalı mı? 

Prof. Dr. Orhan Çeker (İlahiyatçı): İslâm'da mübarek sayılan zaman dilimleri bellidir. Yılbaşı diye bir zamanın kutlanması ne Kur'an'da ne de sünnette mevcut değil. Çünkü Peygamberimiz zamanında hicret, yılbaşı ilan edilmemişti. Müslüman, her an muhasebe ve kontrol içinde olmalı. Aslında Allah için zamanların birbirinden farkı yok. Ramazan orucunun, miladî takvime göre yılda 11 gün kayarak 36 yılda bir, tüm ayları dolaştığı biliniyor. Demek ki yılın tüm günlerini Ramazanmış gibi geçirmeliyiz. İnsanların, "yeni yılın hayırlı olsun" gibi dileklerde bulunmasının sakıncası yok. İslam'ın kabul etmediği eğlence çeşitlerinden uzak durmamız gerekiyor.

Takvim, neden hicrete göre belirlendi? 

Yrd. Doç. Dr. Emanullah Polat (İlahiyatçı): Hicret'in Efendimiz'in hayatında olduğu gibi, İslam ümmetinin hayatında da ehemmiyeti büyük. Hicret, İslâm'ın tahakkümden kurtulup kendi ayakları üstünde durmaya başladığının başlangıç günü ve sembolü. İmanın gereği bir ibadet. Hicret edenlerin Allah katındaki yerleri başka hiçbir varlığa nasip olmadı. Bu kutlu olayın takvim için başlangıç sayılması Hz. Ömer tarafından uygulandı. Hz. Ömer ki; 15 civarında ayet, onun Allah Resulü ile olan istişarelerinde ileri sürdüğü fikirleriyle teyit edildi.


Muharrem Ayı ve Aşure Günü

Çarşı-Pazardan Nebiler-Sıddıklar Safına

Medîne'nin Gülü Varlığın Özü Efendimiz, kalbi zühde göre programlandığı için fakirlerden fakir yaşamayı tercih etmiş ve ömrünü hep zâhidâne geçirmişti.

Resim

Zira O, ümmetine ve hususiyle de irşad erlerine misal olma mevkiinde idi. O, böyle davranmakla hem tebliğ ve temsil vazifesinin dünyaya alet edilmemesi gerektiğini eşsiz yaşantısıyla göstermiş, hem bu yüce vazifede "Benim mükafatım ancak Allah nezdindedir." diyen bütün peygamberlerin duygularını yeniden seslendirmiş hem de Kur'an hadimlerine bir örnek, bir rehber olma sorumluluğunun hakkını vermişti. Bundan dolayı, hayatını en fakirane bir çizgide sürdürmüştü.. sürdürmüştü ama ümmetinin fakr u zaruretine asla razı olmamış; ashabını çalışıp kazanmaya, güçlü bir toplum meydana getirmeye teşvik etmiş ve onları el açan değil, el uzatan insanlar olma ufkuna yönlendirmişti. 

İşte, zühdün ferde ve topluma bakan yanlarını tefrik edemeyen, takva ile alakalı hakikatleri ve incelikleri kavrayamayan bazı kimselerin ticareti, çok çalışıp çok kazanmayı ve zengin olmayı gereksiz, hatta zararlı görmelerine karşılık, Allah Resûlü, "Sadık ve emin tacir; şehitlerle, sıddıklarla ve nebilerle beraberdir." diyerek, bir manada müminleri ticarete teşvik etmektedir. Şu kadar var ki, Allah'ın en sevgili kullarıyla beraber haşredilmesi için ticaret adamının mutlaka doğru, dürüst ve güvenilir bir insan olması gerektiğini de nazara vermektedir. 

Evet, İslam'ın ticaret ahlakını esas alan bir tacir, dürüstlüğü, doğru sözlülüğü ve güvenilirliği ile muhatabına güven vermelidir. Müşterinin bilgisizliğini, gafletini ve ihtiyaç içinde olmasını suiistimal etmemeli ve asla kimseyi aldatmamalıdır. Hatta aldatan ve kandıran bir insan olmayı, İslam dairesinin dışına çıkma gibi saymalı ve böyle bir akıbetten ürkmelidir. Evet, mümin aldansa da aldatmaz. Hazreti Sâdık u Masdûk Efendimiz, bir satıcının, ıslandığı için tartıda normal ağırlığından daha fazla gelen bir miktar buğdayı satmaya çalıştığını görünce, "Niçin ıslak tarafı halkın görebilmesi için üste getirmedin?" diyerek onu ikaz ettikten sonra, "Bizi aldatan bizden değildir" buyurmuş; kusurlu bir malı, ayıbını söylemeden satmanın bir Müslüman'a yakışmayacağını ve ondan gelen paranın da helal olmayacağını belirtmiştir. 

Mahşerde nebilerle beraber olacak tacirin en önemli vasfı sıdktır. Yalan söylemek ve hele yalan yere yemin etmek büyük günahlardandır. Allah Teâlâ, çok küçük menfaatler elde etmek için Nam-ı Celîl'ini kullananların ve yeminler ederek insanları aldatanların ötede yüzlerine bakmayacaktır. Bu hakikati dile getiren Resûl-i Ekrem Efendimiz, "elbisesini yerlerde sürüyerek kibirle yürüyen, yaptığı iyiliği başa kakan ve yalan yere yemin ederek malını fahiş bir fiyatla satmaya çalışan" kimselerle Cenâb-ı Allah'ın konuşmayacağını, yüzlerine rahmet nazarıyla bakmayacağını ve onları can yakıcı bir azapla cezalandıracağını haber vermiştir. 

Ticaret erbabı için en az sıdk kadar önemli olan emniyet vasfı, alışverişte âdil davranmayı, ölçü ve tartıyı tam yapmayı ve hileden uzak durmayı gerektirmektedir. Kur'an-ı Kerim, geçmiş toplumların gerileyiş, çöküş ve yıkılış sebepleri arasında ölçü ve tartıda haksızlık yapmalarını da saymakta; mesela, Hazreti Şuayb'ın peygamber olarak gönderildiği Medyen ve Eyke halklarını helâke götüren sebeplerden birisinin de ölçü ve tartıda hile yapmaları olduğunu hatırlatmaktadır. 

Diğer taraftan, ticaret akdinde bulunan hiç kimsenin aldatılmaması için dinimizin emirleri istikametinde bir dizi tedbirler tavsiye edilmiş; mesela, alışveriş ve borçlanma anlaşmalarının kayıt altına alınması gerektiği vurgulanmıştır. Ayrıca bir ticarî malı pahalanması gayesiyle stoklayıp daha yüksek bir fiyatla satmak için piyasaya arzını geciktirmek anlamına gelen "ihtikâr" ve gerçek alıcı olmayan bir kimsenin satış bedelini artırmak maksadıyla fiyat yükselterek müşteri kızıştırması diyebileceğimiz "neceş" gibi haksız rekabet çeşitleri de yasaklanmıştır. Dolayısıyla, bir tacirin, yukarıdaki hadis-i şerifin şemsiyesi altına girebilmesi için ticaretteki bu türlü gayr-i meşru muamelelerden de kaçınması gerekmektedir. 

İradenin Hakkını Ver 

Evet, bazı kimseler cismanî arzuları ve şehevanî duygularının altında kalır ve aldanırlar. Bazıları rahat-rehavet, yurt-yuva ve ev-bark gibi dünyalıklara takılır, yolda kalırlar. Diğer bazıları da dünyaya bütün bütün meftundurlar; mala-mülke, servet ü sâmâna asla doymaz ve hep daha çok zenginlik arzularlar. Bu arzularını gerçekleştirmek için de her türlü gayr-i meşru işlere bile tevessül eder ve burası adına art arda yatırımlar yaparken ahiret hesabına sürekli kaybederler. Sadık, iffetli ve helâlinden kazanan bir ticaret adamı ise pek çok insanın ayağının kaydığı bu hususlarda temkinli davranır, kaygan zeminleri dikkatli adımlar ve hep ahiretin yamaçlarını düşünerek hileden, yalandan, müşteriyi kandırmaktan ve haksız kazançtan ısrarla uzak kalır. Çarşı pazarda cirit atan binlerce şeytanın hücumlarına rağmen, haram-helâl mülâhazasına bağlı olarak alışveriş yaptığı sürece, işinin başında geçirdiği ve geçireceği dakikalar da ibadet sayılır.

İşte, bu kayma noktalarında iradesinin hakkını verip mümince duruşunu koruyabilen ve kendini zorlayarak istikamet çizgisinde işini devam ettirebilen sadık ve emin bir tacir, buradaki cehd ü gayretine ve halis niyetine mükafat olarak ötede nebîlerle, sıddıklarla ve şehitlerle beraber haşrolur. Böylece o, ticaretten vazgeçmediği ve dünyayı ihmal etmediği gibi ahiretine de gereken ehemmiyeti göstermiş ve ebedî saadete vesile uhrevî ücretini de elde etmiş olur. Zaten, bir açıdan sırat-ı müstakim; dünyayı ihmal etmemenin yanında, insanın kendisini ve ahiretini de gözetmesinin farklı bir ismidir. 

- Efendimiz, kalbini zühde göre programlamış, fakirlerden fakir yaşamayı tercih etmiş ve ömrünü hep zâhidâne geçirmiş ama ümmetinin fakr u zaruretine asla razı olmamıştı. 

- Dünyayı ihmal etmediği gibi ahiretine de gereken ehemmiyeti gösteren sadık tacir, ahirette nebilerle, sıddıklarla ve şehitlerle beraber haşrolunacaktır. 

- Mahşerde nebilerle beraber olacak tacirin en önemli vasfı doğruluktur. Allah, Nam-ı Celîl'ini gereksiz yere kullanıp yemin edenlerin ötede yüzlerine bakmayacaktır.


Çarşı-Pazardan Nebiler-Sıddıklar Safına

24 Kasım 2011 Perşembe

Bataklıkta Yeşeren Bir Okul

Bataklıkta yeşeren bir okul

Resim

Evrensel bir meslektir öğretmenlik. Aslında bu gizli kahramanlar büyütür bizi öğrettikleriyle. Bilmeyiz onların dertlerini, sıkıntılarını... Hep mükemmeldir gözümüzde öğretmenlerimiz. Eğitim gönüllüsü olmak kolay değildir. Hele Afrika'da bataklıkları kurutup pırıl pırıl bir nesil yetiştirmekse gaye. İşte Uganda'daki bir Türk okulunun hikâyesi...

Ateşten bayılmak üzere olan evladını kollarına alan anne sağa-sola koşturuyor. En yakın sağlık kliniğine giriyor ama hijyenden uzak bu ortama kızını emanet etmek istemiyor. Bir yandan eşini arıyor ama ulaşamıyor. Arayacak başka kimsesi yok. Evladı üşüdükçe üzerini örtüyor ama ters giden bir şeyler var. Orada bekleyen sağlık görevlileri de anlamıyor küçük yavruya neler olduğunu. Kollarında "Annecim" diye gözlerini yuman küçüğüne dayanamayan anne, kendisini dışarıya atıyor. Daha büyük bir hastane, daha iyi bir klinik arıyor. Ne yapacağını bilemez bir halde yardım çığlıkları atarak ilerliyor. Çevresindekiler hem dilini hem de ne yapmaya çalıştığını anlamıyor. Aniden bir araba duruyor önünde. Bu okuldaki öğrencilerinden birisinin babası. Sadece "Yavrum çok hasta." diyebiliyor gözyaşlarıyla. Çocuğu ve anneyi arabaya bindiren siyahî adam, küçük yavrunun kurtarıcısı oluyor adeta. Hızla en iyi hastaneye götürüyor onları. Miniğin havale geçirdiğini, biraz daha geç kalınsaydı ömür boyu bedeninde taşıyacağı hasarların meydana gelebileceğini söylüyor doktor. 

Bu sahne ne bir film karesinden ne de bir hikâye kitabından alıntı... Uganda'da bir Türk öğretmeninin yaşadığı en zor dakikaları dile gelmesi sadece... Anadolu insanı, son yılların en ciddi kuraklık, açlık ve sefalet dramını yaşayan Doğu Afrika ülkelerine sessiz kalmadı. Hem devlet hem de birçok sivil toplum kuruluşu Kara Kıta'ya yardım kampanyaları düzenledi. Aradaki mesafeler yok sayılarak gönül köprüleri kuruldu. Gıda kolileri, kumanyalar, para ve kurban yardımları kara kıtaya aktarıldı. Yaşanan bütün acıların arkasında yatan sebep ekonomik yetersizlik gibi görünse de aslında temel sorun eğitimsizlik. İç savaş ve buna bağlı olan karışıklıklarla mücadele eden Afrika ülkelerinde okuma-yazma oranı çok düşük. 

İşte bundan tam 10 yıl önce arkasına hiçbir güç almadan, bütün hayatını bir bavula sığdırıp yola koyulan isimsiz kahramanlar bu eksikliğin farkına varmıştı. Tek gayeleri bir acıya ortak, bir yaraya derman olmaktı. Bir de Türkçeyi öğretmek ve Türkiye'yi sevdirmekti. Kimi İstanbul'dan kimi Bitlis'in bir köyünden kimi de Rize'den yollara düşmüştü. Kafkaslar, Balkanlar, Asya, Avrupa, Amerika derken Afrika'ya kadar uzandı yolları. Okyanuslar ötesindeki gönüllere Türkçeyle birlikte Türk insanının hamiyetini taşıdılar. Gittikleri her ülkeye şefkat dolu ellerini uzattılar. O eller hem okulun duvarını ördü hem de öğrencilerin başını okşadı. Yaşadıkları zor şartlara ise sessiz sedasız alışmaya çalıştı Afrika'nın kara bağrına ışık götüren öğretmenler... Biz de onların ardından Afrika'nın incisi Uganda'ya çevirdik rotamızı ve hikayelerini onlardan dinledik. 
Okulun arsasındaki bataklık kurutuldu 

Yıl 1999, yer başkent Kampala... Adana'dan gelen bir Türk öğretmen, açılacak okulun arsası için günlerce araştırma yapıyor. İstediğini bulamıyor ta ki ülkede yaşayan tek Türk'le yolu kesişene kadar. Ne gariptir ki yıllar önce Kampala'ya yerleşip işlerini büyüten bu Türk de Adanalıdır. Uzun muhabbetler ve ilerleyen dostlukla birlikte bu işadamı, 120 dönümlük arsasını okul için gözünü kırpmadan hibe eder. Fakat bir sorun vardır. Arsanın bir kısmı bataklıktır. Ama olsun istenen arsa bulunmuştur. Sonra diğer öğretmenler de gelir; kimi ailesiyle kimi eşini, çocuğunu Türkiye'de bırakarak. Aylarca bataklığı kurutmak için toprak taşınır arsaya. Bataklık kuruduktan sonra onları başka bir sürpriz beklemektedir. Yuvaları da kuruyan kobra ve pitonlar arsayı istila etmiştir. Yılanlar, öğretmenlerin kalmak için yaptığı derme-çatma lojmanların etrafında hatta içinde gezmeye başlar. Zehirli olan bu yılanları temizlemek de hocalara düşer. Artık kara kıtada ak yüzlü öğrenciler yetiştirecekleri okulun temelini atacaklardır. Uganda'da 9 yıldır öğretmenlik yapan Okul Müdürü Hakkı Aydın o günleri anlatırken gözyaşlarını tutamıyor. Hakkı Hoca'ya Türkiye'ye dönünce internet üzerinden okulun hikâyesini tekrar soruyoruz. Yaşanan sıkıntılar o kadar normalleşmiş ki verdiği cevap şöyle oluyor: "Yılanlar istila etti cümlesi biraz mübalağa olur. Biz 100 tane falan yılan temizledik." Aydın, o dönemde öğretmenlerin 40 metrekarelik odalarda aileleriyle birlikte kaldığını da anlatıyor: "O günler zihnimizde birer anı ama bu zahmetlerden artık geriye rahmetler kaldı." 

İsmi 'Turkish International Light Academy School' olan okul, 1999 yılında 34 öğrenciyle başladığı eğitim-öğretim hayatına bugün 460 öğrenciyle devam ediyor. Kurum, 10 yıllık serencamı içinde O-Level sınavında ülkenin en başarılı 10 okulu arasına girmiş. Ülkenin birincisi ise 110. yılını kutlayan İngiliz Katolik okulu. Türk okulunda, 11'i Türk 31 öğretmen eğitim veriyor. Uganda'da eğitim 13 yıl sürdüğü için şimdiye kadar 126 mezun vermiş. Başarılı öğrencilerin yanında Uganda'nın ve yurtdışından gelen bürokratların çocukları da burada okuyor. 

Şimdi 7 bin 500 metrekare alana 300 öğrenci kapasiteli yurdu olan bir okul daha yapılıyor. Burası fizikî yapısı ve mimarîsiyle şehrin en lüks okulu olacak. İnşaat masraflarını bağrı geniş Anadolu insanı ve gurbeti en iyi bilen, kardeşlerine destek olmak isteyen Almanya'daki gurbetçiler karşılıyor. İnşaatın şimdiden yüzde 50 malzemesi Türkiye'den taşınmış. Uluslararası müfredatta eğitim verecek olan yeni kurum, öğrencilerin yurtdışında rahat okuyabilmesi için fırsatlar sunacak. Okulun açılmasıyla birlikte Türkiye'den fedakâr 25 öğretmene de ihtiyaç olacak. 

'Anne, bahçede timsah var' 

İngilizce öğretmeni Yasemin Aydın, 8 yıldır Uganda'da. Balıkesirli Yasemin Hanım, ailesinin tek kızı. Rusya'da okuduktan sonra arkadaşı vesilesiyle tanıştığı okul müdürü Hakkı Aydın'la evlenir. Eşinden bir yıl sonra Uganda'ya gelir. Uzun süre eşiyle tek odalı bir evde kalır. 5 yıl boyunca çamaşır ve bulaşıkları elleriyle yıkar. Çünkü sürekli elektrik ve sular kesiliyor. Bu yüzden makineler de sürekli bozulur. Şimdi kendisine ev işlerinde Ugandalı bir kız yardım ediyor. 

Yasemin Hanım, yaşadıkları birçok sıkıntının kendilerine normal geldiğini anlatıyor. Her ay neredeyse sıtma olduklarını belirten Aydın, bu hastalık yüzünden bir de düşük yapar. O günler için esprili bir dille "Öleceğimi sanmıştım ama artık bağışıklık oldu. Sıtma oluyoruz, ayılıp bayılıp hayata devam ediyoruz." ifadelerini kullanıyor. Şimdi dünya tatlısı biri 4 diğeri 7 yaşında iki kızı var. Nehre yakın olan okulun lojmanları onlar için küçük bir Türkiye olur. Öğretmenler birçok Afrika hayvanıyla da burada tanışır. Hatta bir gün kızı bağırarak eve gelir: "Anne, anne! Bahçede timsah var." Nehirden gelen timsah gibi birçok sürüngen hayvanı bahçede görmek artık şaşırtmaz onları. Senede bir kez Türkiye'ye giden Aydın çiftini üzen en büyük sorun ise çocuklarının akrabalarını tanımamaları. Yasemin Hanım, "Büyüklere saygıyı öğretmede sıkıntı çekiyoruz. Çünkü çevremizde en büyük biziz. Çocuklar büyüklerini görmeden büyüyor." diyor. 

Türkçe öğretmeni Ercan Tapsız, altı yıl hiçbir bayramı ailesiyle geçirememiş. Sefaletle mücadele eden Jinja kentinde tek Türk olmanın hissiyatını şu anısıyla özetliyor: "Geçtiğimiz günlerde çok sıkıldım. Bir Türk görmeyi, konuşmayı o kadar çok istedim ki. Pek çalmayan telefonumu lisede okuldan ayrılıp başka kente giden bir öğrencim arıyordu. Yaramazlıklarıyla bizi bezdirirdi. 'Hocam, yaramazlık yaptığım için bana kızardınız. Fakat buradaki okulumda öğretmenlerim başarılarımdan ötürü beni parmakla gösteriyorlar. Ben de sizi anlatıyorum. Teşekkür etmek istedim.' dedi. Bu telefon bütün sıkıntımı aldı."

Resim

'Kısırlık bulgur olsa da yapsak' 

Burcu Aydemir sekiz ay, Dilek Ulus ve Belma Kılıç ise üç yıldır Uganda'da. Üçü de ev hanımı. Şimdi Uganda'da eşlerinin en büyük destekçileri onlar. Burcu Hanım'ın mühendis olan eşi 8 aydır yeni yapılan okulun inşaatıyla ilgileniyor. Dilek ve Belma Hanım'ın eşleri ise öğretmen. En büyük sıkıntıları sürekli kesilen elektrik ve su. Bu yüzden misafirleri için hazırladıkları pasta, böreğin istedikleri gibi olmadığından yakınıyorlar. Çamaşır makineleri sık sık bozulduğu için bulaşık makinesi almaya ise hiç girişmemişler. Uganda'nın çamurunun kıyafetten kolay kolay geçmemesi ise çamaşırlarını defalarca ellerinde yıkamalarını gerektiriyor. Bir de kahvaltılık zeytin, peynir olmadığı için birçok erzakı Türkiye'den getiriyorlar. Son zamanlarda "Keşke kısırlık bulgur olsa da, yapsak." diyor hepsi. Bütün zor şartlar için en büyük sıkıntının sağlık olduğunu dile getirirken çocuklarının sürekli sıtma ve havale geçirdiğinden yakınıyorlar. Tabii kendileri de sayısını bilmedikleri kadar sıtma geçirmişler. Burada doğumdan sonra çocukların topuk kanı alınmadığı için arkadaşlarının doğum için Türkiye'ye gittiğini söylüyor Belma Hanım. Yakın zamanda Kimse Yok Mu Derneği'nin yaptıracağı hastane sayesinde bu sorun ortadan kalkmış olacak. Onlar her şeye rağmen dönmeyi düşünmüyor: "Belli bir gayeyle geldik. Dönmek ne zaman nasipse o zaman olur." 

Türk anaokulunun müdür yardımcısı Kighala Joy'un söyledikleri ise gözlerimizi yaşartıyor: "Türkler bize kendi halkımıza yardım edebileceğimizi öğretti. Ben bir Hıristiyan'ım ama artık Kurban Bayramı'nda Türklerle et dağıtıyorum. Onlardan Hıristiyan ve Müslümanların farklı insanlar olmadığını öğrendim. Siz bizim de içimizde var olan iyilikleri ortaya çıkarttınız. Fedakârlığı, yardımseverliği öğrettiniz. Kendi ayaklarımız üzerinde durana kadar biraz daha gayret edin, yardımlarınızı esirgemeyin bizden." 


Bataklıkta Yeşeren Bir Okul