16 Eylül 2009 Çarşamba

MEŞHUR OLMAK MI, YOKSA REZİL OLMAK MI?

Meşhur Olmak mı? Yoksa Rezil Olmak mı?

İnsanımıza son dönemlerde televizyon üzerinden sunulan çeşitli fırsatlar var. Aslında buna “meşhur olmak mı” yoksa “rezilliğin alabildiğine zirve yaptığı seviyesizlik mi” ifadesini kullanma konusunda karasızlık yaşıyoruz.

Aslında insanda bilinme ve tanınma hisleri hep ön plandadır. Bunu allayıp pullayarak sundukları zaman cazibesinin daha da arttığını görmekteyiz. Hatta kendi aramızdaki sohbetlerimizde bile “o ekrana beni bir çıkarsalar neler derdim” denildiğine çok şahit olmuşumdur ve olmuşuzdur.

Kanal kanal dolaştığınızda, ağzınız açık kalıyor ekranlarda endam edenleri gördüğünüzde. Kendilerini ya çok akıllı zannediyorlar, ya bundan başka umutları kalmamış, ya “işte bu milletin akıl seviyesi bu” demeye getiriyorlar, ya da bir milletin bütün değer ve kültürünü altüst etme adına bir araya gelmişlerin, çok planlı derin ve çirkin düşüncelerin ete kemiğe bürünmüş haliyle karşı karşıyayız.

İzlediklerimize rezillik demek bile sanki rezil olan şeylere hakaret etmek gibi oluyor. Bir milletin millî ve manevî kodları ile oynanıyor. Hem de çok derinde, ve buna bu necip milletin millî kültürü alet ediliyor. Televizyon ekranlarında gördüklerimi anlatacak değilim. Bu yazıya vermeyi düşündüğüm alt başlığı yazsam ne demek istediğimi en özet haliyle anlatmış olurum. “Ah be güzelim yemekteyiz!”

Bir iki taneydi bu tarz programlar. Bazıları gerçekten yetenek de istiyordu; keşfedilememiş yetenekler… Aslında saçma olan kısmı da tam burası. Bu yeteneklerden kaçı hâlâ mevcut sektörün içinde? Çoğu bir kullanımlık olmuş ve bir paçavra gibi sağa sola atılmışlar. Şimdilerde sayıları da arttı bu tarz yarışmaların. Sayıları artarken seviyesizlik ve rezillikleri de orantısız bir şekilde artmaya devam etmekte. Her türlü kisve altında bize bu rezilliği sunmaya çalışıyorlar, birkaç istisna yapım dışında.

Bu necip millet, dinine, millî değerlerine, örf ve geleneklerine çok bağlıdır. Yıllarca bu milletin dinine ve diyanetine saldırdılar. Ciddi tahribatlar verdiler. Şimdilerde, yıkamadıkları bu milleti gelenekleri ve millî değerleri ile yıkmaya çalışıyorlar. Bu yarışmlarda ne gibi millîlik var, ve manevî değerler nerede diyebilirsiniz. Programların içinde. Programları izletmek için ekran başına topladıkları insanlarımızın kendinde. Televizyon şarlatanı yaptıkları bu millette...

Programları anlatmaya gerek var mı? İsimlerini söylemeye gerek var mı? Hangi kanallarda yayınlandıklarını bilmiyor muyuz? Ekranlardaki bu tarz şeylerin düşüncelerini hâlâ mı okuyamıyoruz?

Sözü sahibine bırakalım. Bakalım neler diyor bizlere: “Esas olan, kalb derinliği, vicdan genişliği ve himmet yüceliği ile beraber sığ görünmek, düz bir mü’min edasıyla hareket etmek ama görünenden daha derin olmaktır... Allah’a itimad ederek, büyük şeylere talib olmak ve büyük şeylerin arkasına düşmek ama kendini küçük görmek, küçük göstermek ve insanlardan bir insan olmak; hatta onların en küçüğü olduğuna inanmaktır… Belli olma ve bilinme duygusu ise kalbde barındırılmaması gereken bir histir.” Bu sır anlaşılmadığı için insanlar bu manevî duygular yerine başka duygulara yer vemekteler kendi dünyalarında... Bu sır anlaşılamadığından mütevellid, insanların bu bilinme ve tanınma yönleri olabildiğince kötülere hizmet etmekte...

Meşhur olmak önce de vardı, sonra da olacak. Bununla birlikte bunu kaldıranlara saygı duyulacak, kaldıramayanlar rezillikten aşağılarda bir durumda bulunacaklar. Ama tarih ezelden ebede hep gizli kahramanları yâd edecek...

Levent Çakıroğlu
18/07/2009, Viyana

Alıntıdır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder