24 Kasım 2011 Perşembe

Bataklıkta Yeşeren Bir Okul

Bataklıkta yeşeren bir okul

Resim

Evrensel bir meslektir öğretmenlik. Aslında bu gizli kahramanlar büyütür bizi öğrettikleriyle. Bilmeyiz onların dertlerini, sıkıntılarını... Hep mükemmeldir gözümüzde öğretmenlerimiz. Eğitim gönüllüsü olmak kolay değildir. Hele Afrika'da bataklıkları kurutup pırıl pırıl bir nesil yetiştirmekse gaye. İşte Uganda'daki bir Türk okulunun hikâyesi...

Ateşten bayılmak üzere olan evladını kollarına alan anne sağa-sola koşturuyor. En yakın sağlık kliniğine giriyor ama hijyenden uzak bu ortama kızını emanet etmek istemiyor. Bir yandan eşini arıyor ama ulaşamıyor. Arayacak başka kimsesi yok. Evladı üşüdükçe üzerini örtüyor ama ters giden bir şeyler var. Orada bekleyen sağlık görevlileri de anlamıyor küçük yavruya neler olduğunu. Kollarında "Annecim" diye gözlerini yuman küçüğüne dayanamayan anne, kendisini dışarıya atıyor. Daha büyük bir hastane, daha iyi bir klinik arıyor. Ne yapacağını bilemez bir halde yardım çığlıkları atarak ilerliyor. Çevresindekiler hem dilini hem de ne yapmaya çalıştığını anlamıyor. Aniden bir araba duruyor önünde. Bu okuldaki öğrencilerinden birisinin babası. Sadece "Yavrum çok hasta." diyebiliyor gözyaşlarıyla. Çocuğu ve anneyi arabaya bindiren siyahî adam, küçük yavrunun kurtarıcısı oluyor adeta. Hızla en iyi hastaneye götürüyor onları. Miniğin havale geçirdiğini, biraz daha geç kalınsaydı ömür boyu bedeninde taşıyacağı hasarların meydana gelebileceğini söylüyor doktor. 

Bu sahne ne bir film karesinden ne de bir hikâye kitabından alıntı... Uganda'da bir Türk öğretmeninin yaşadığı en zor dakikaları dile gelmesi sadece... Anadolu insanı, son yılların en ciddi kuraklık, açlık ve sefalet dramını yaşayan Doğu Afrika ülkelerine sessiz kalmadı. Hem devlet hem de birçok sivil toplum kuruluşu Kara Kıta'ya yardım kampanyaları düzenledi. Aradaki mesafeler yok sayılarak gönül köprüleri kuruldu. Gıda kolileri, kumanyalar, para ve kurban yardımları kara kıtaya aktarıldı. Yaşanan bütün acıların arkasında yatan sebep ekonomik yetersizlik gibi görünse de aslında temel sorun eğitimsizlik. İç savaş ve buna bağlı olan karışıklıklarla mücadele eden Afrika ülkelerinde okuma-yazma oranı çok düşük. 

İşte bundan tam 10 yıl önce arkasına hiçbir güç almadan, bütün hayatını bir bavula sığdırıp yola koyulan isimsiz kahramanlar bu eksikliğin farkına varmıştı. Tek gayeleri bir acıya ortak, bir yaraya derman olmaktı. Bir de Türkçeyi öğretmek ve Türkiye'yi sevdirmekti. Kimi İstanbul'dan kimi Bitlis'in bir köyünden kimi de Rize'den yollara düşmüştü. Kafkaslar, Balkanlar, Asya, Avrupa, Amerika derken Afrika'ya kadar uzandı yolları. Okyanuslar ötesindeki gönüllere Türkçeyle birlikte Türk insanının hamiyetini taşıdılar. Gittikleri her ülkeye şefkat dolu ellerini uzattılar. O eller hem okulun duvarını ördü hem de öğrencilerin başını okşadı. Yaşadıkları zor şartlara ise sessiz sedasız alışmaya çalıştı Afrika'nın kara bağrına ışık götüren öğretmenler... Biz de onların ardından Afrika'nın incisi Uganda'ya çevirdik rotamızı ve hikayelerini onlardan dinledik. 
Okulun arsasındaki bataklık kurutuldu 

Yıl 1999, yer başkent Kampala... Adana'dan gelen bir Türk öğretmen, açılacak okulun arsası için günlerce araştırma yapıyor. İstediğini bulamıyor ta ki ülkede yaşayan tek Türk'le yolu kesişene kadar. Ne gariptir ki yıllar önce Kampala'ya yerleşip işlerini büyüten bu Türk de Adanalıdır. Uzun muhabbetler ve ilerleyen dostlukla birlikte bu işadamı, 120 dönümlük arsasını okul için gözünü kırpmadan hibe eder. Fakat bir sorun vardır. Arsanın bir kısmı bataklıktır. Ama olsun istenen arsa bulunmuştur. Sonra diğer öğretmenler de gelir; kimi ailesiyle kimi eşini, çocuğunu Türkiye'de bırakarak. Aylarca bataklığı kurutmak için toprak taşınır arsaya. Bataklık kuruduktan sonra onları başka bir sürpriz beklemektedir. Yuvaları da kuruyan kobra ve pitonlar arsayı istila etmiştir. Yılanlar, öğretmenlerin kalmak için yaptığı derme-çatma lojmanların etrafında hatta içinde gezmeye başlar. Zehirli olan bu yılanları temizlemek de hocalara düşer. Artık kara kıtada ak yüzlü öğrenciler yetiştirecekleri okulun temelini atacaklardır. Uganda'da 9 yıldır öğretmenlik yapan Okul Müdürü Hakkı Aydın o günleri anlatırken gözyaşlarını tutamıyor. Hakkı Hoca'ya Türkiye'ye dönünce internet üzerinden okulun hikâyesini tekrar soruyoruz. Yaşanan sıkıntılar o kadar normalleşmiş ki verdiği cevap şöyle oluyor: "Yılanlar istila etti cümlesi biraz mübalağa olur. Biz 100 tane falan yılan temizledik." Aydın, o dönemde öğretmenlerin 40 metrekarelik odalarda aileleriyle birlikte kaldığını da anlatıyor: "O günler zihnimizde birer anı ama bu zahmetlerden artık geriye rahmetler kaldı." 

İsmi 'Turkish International Light Academy School' olan okul, 1999 yılında 34 öğrenciyle başladığı eğitim-öğretim hayatına bugün 460 öğrenciyle devam ediyor. Kurum, 10 yıllık serencamı içinde O-Level sınavında ülkenin en başarılı 10 okulu arasına girmiş. Ülkenin birincisi ise 110. yılını kutlayan İngiliz Katolik okulu. Türk okulunda, 11'i Türk 31 öğretmen eğitim veriyor. Uganda'da eğitim 13 yıl sürdüğü için şimdiye kadar 126 mezun vermiş. Başarılı öğrencilerin yanında Uganda'nın ve yurtdışından gelen bürokratların çocukları da burada okuyor. 

Şimdi 7 bin 500 metrekare alana 300 öğrenci kapasiteli yurdu olan bir okul daha yapılıyor. Burası fizikî yapısı ve mimarîsiyle şehrin en lüks okulu olacak. İnşaat masraflarını bağrı geniş Anadolu insanı ve gurbeti en iyi bilen, kardeşlerine destek olmak isteyen Almanya'daki gurbetçiler karşılıyor. İnşaatın şimdiden yüzde 50 malzemesi Türkiye'den taşınmış. Uluslararası müfredatta eğitim verecek olan yeni kurum, öğrencilerin yurtdışında rahat okuyabilmesi için fırsatlar sunacak. Okulun açılmasıyla birlikte Türkiye'den fedakâr 25 öğretmene de ihtiyaç olacak. 

'Anne, bahçede timsah var' 

İngilizce öğretmeni Yasemin Aydın, 8 yıldır Uganda'da. Balıkesirli Yasemin Hanım, ailesinin tek kızı. Rusya'da okuduktan sonra arkadaşı vesilesiyle tanıştığı okul müdürü Hakkı Aydın'la evlenir. Eşinden bir yıl sonra Uganda'ya gelir. Uzun süre eşiyle tek odalı bir evde kalır. 5 yıl boyunca çamaşır ve bulaşıkları elleriyle yıkar. Çünkü sürekli elektrik ve sular kesiliyor. Bu yüzden makineler de sürekli bozulur. Şimdi kendisine ev işlerinde Ugandalı bir kız yardım ediyor. 

Yasemin Hanım, yaşadıkları birçok sıkıntının kendilerine normal geldiğini anlatıyor. Her ay neredeyse sıtma olduklarını belirten Aydın, bu hastalık yüzünden bir de düşük yapar. O günler için esprili bir dille "Öleceğimi sanmıştım ama artık bağışıklık oldu. Sıtma oluyoruz, ayılıp bayılıp hayata devam ediyoruz." ifadelerini kullanıyor. Şimdi dünya tatlısı biri 4 diğeri 7 yaşında iki kızı var. Nehre yakın olan okulun lojmanları onlar için küçük bir Türkiye olur. Öğretmenler birçok Afrika hayvanıyla da burada tanışır. Hatta bir gün kızı bağırarak eve gelir: "Anne, anne! Bahçede timsah var." Nehirden gelen timsah gibi birçok sürüngen hayvanı bahçede görmek artık şaşırtmaz onları. Senede bir kez Türkiye'ye giden Aydın çiftini üzen en büyük sorun ise çocuklarının akrabalarını tanımamaları. Yasemin Hanım, "Büyüklere saygıyı öğretmede sıkıntı çekiyoruz. Çünkü çevremizde en büyük biziz. Çocuklar büyüklerini görmeden büyüyor." diyor. 

Türkçe öğretmeni Ercan Tapsız, altı yıl hiçbir bayramı ailesiyle geçirememiş. Sefaletle mücadele eden Jinja kentinde tek Türk olmanın hissiyatını şu anısıyla özetliyor: "Geçtiğimiz günlerde çok sıkıldım. Bir Türk görmeyi, konuşmayı o kadar çok istedim ki. Pek çalmayan telefonumu lisede okuldan ayrılıp başka kente giden bir öğrencim arıyordu. Yaramazlıklarıyla bizi bezdirirdi. 'Hocam, yaramazlık yaptığım için bana kızardınız. Fakat buradaki okulumda öğretmenlerim başarılarımdan ötürü beni parmakla gösteriyorlar. Ben de sizi anlatıyorum. Teşekkür etmek istedim.' dedi. Bu telefon bütün sıkıntımı aldı."

Resim

'Kısırlık bulgur olsa da yapsak' 

Burcu Aydemir sekiz ay, Dilek Ulus ve Belma Kılıç ise üç yıldır Uganda'da. Üçü de ev hanımı. Şimdi Uganda'da eşlerinin en büyük destekçileri onlar. Burcu Hanım'ın mühendis olan eşi 8 aydır yeni yapılan okulun inşaatıyla ilgileniyor. Dilek ve Belma Hanım'ın eşleri ise öğretmen. En büyük sıkıntıları sürekli kesilen elektrik ve su. Bu yüzden misafirleri için hazırladıkları pasta, böreğin istedikleri gibi olmadığından yakınıyorlar. Çamaşır makineleri sık sık bozulduğu için bulaşık makinesi almaya ise hiç girişmemişler. Uganda'nın çamurunun kıyafetten kolay kolay geçmemesi ise çamaşırlarını defalarca ellerinde yıkamalarını gerektiriyor. Bir de kahvaltılık zeytin, peynir olmadığı için birçok erzakı Türkiye'den getiriyorlar. Son zamanlarda "Keşke kısırlık bulgur olsa da, yapsak." diyor hepsi. Bütün zor şartlar için en büyük sıkıntının sağlık olduğunu dile getirirken çocuklarının sürekli sıtma ve havale geçirdiğinden yakınıyorlar. Tabii kendileri de sayısını bilmedikleri kadar sıtma geçirmişler. Burada doğumdan sonra çocukların topuk kanı alınmadığı için arkadaşlarının doğum için Türkiye'ye gittiğini söylüyor Belma Hanım. Yakın zamanda Kimse Yok Mu Derneği'nin yaptıracağı hastane sayesinde bu sorun ortadan kalkmış olacak. Onlar her şeye rağmen dönmeyi düşünmüyor: "Belli bir gayeyle geldik. Dönmek ne zaman nasipse o zaman olur." 

Türk anaokulunun müdür yardımcısı Kighala Joy'un söyledikleri ise gözlerimizi yaşartıyor: "Türkler bize kendi halkımıza yardım edebileceğimizi öğretti. Ben bir Hıristiyan'ım ama artık Kurban Bayramı'nda Türklerle et dağıtıyorum. Onlardan Hıristiyan ve Müslümanların farklı insanlar olmadığını öğrendim. Siz bizim de içimizde var olan iyilikleri ortaya çıkarttınız. Fedakârlığı, yardımseverliği öğrettiniz. Kendi ayaklarımız üzerinde durana kadar biraz daha gayret edin, yardımlarınızı esirgemeyin bizden." 


Bataklıkta Yeşeren Bir Okul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder