21 Ekim 2011 Cuma

Tam Ağlama Mevsimi

İnsan hayatı inişli çıkışlı ve zikzaklarla dolu. Mes'uliyetinin şuurunda olan bir Mü'min için hayat yolu buzlarla kaplı.

Kaymamak, sürçmemek ve yüzüstü yere kapaklanmamak için azami dikkat ve temkin gerekiyor. Her adımda, kayılacak zemini kontrol etmek, ayağı yere sağlam basmak önemli. Buna rağmen sürçmek, kaymak ve hatta yere kapaklanmak da mukadder. Önemli olan, düştüğün yerde kalmamak ve çabucak doğrulup yola devam etmek. Öyle çetrefilli bir imtihan ki bu, hayır zannettiğinden şer, şer olduğunu düşündüğünden binler hayır çıkabiliyor.

Bizim en büyük eksiğimiz, kendimize bakmamamız. Kur'an "Siz kendinize bakın; siz istikamet ve hidayet üzere olduğunuz sürece dalalettekiler (başta olmak üzere hiç kimse) size zarar veremez!" (Mâide/ 105) buyuruyor. O halde başa gelen her türlü imtihanda, ibtilâda, bela ve musibette insan önce kendine bakmalı, kendini sorgulamalı. Eksiklerinin, kusurlarının, günahlarının muhasebesini yapmalı. Başkasına kızmak, onlara karşı içinde kin ve nefret besleyip büyütmek en kolayı; en kolayı ama en tehlikelisi. Çünkü bu da şeytanın bir başka oyunu.

Sürekli başkalarını suçlamanın handikabı çok fazla. Bir kere insan, kendiyle yüzleşemiyor. Başına gelenle alakalı sağlıklı ve insaflı bir değerlendirme yapamıyor. Hz. Yusuf gibi bir iffet abidesi bile, hiç dahlinin olmadığı bir imtihanda "Ben kendimi temize çıkarmıyorum, çünkü nefis sadece ve sadece kötülüğü emreder!" derken bizim gibi pürkusur insanların kendilerine hiç soru sormamaları şeytanın desisesinden başka bir şey değildir. İyi bir mü'mine yakışan, başına ne gelirse gelsin başkasına bakmadan kendi kendine, gönül rahatlığı içinde "Suçlu sadece sensin!" diyebilmektir.

Başkalarını suçlamak uhuvveti zedeler
Başkalarını suçlama tavrının bir başka zararı da uhuvveti zedelemesi. Kardeşlerimizden, dostlarımızdan, ağabeylerimizden kaynaklandığını düşündüğümüz bir kısım imtihanlarda sürekli onları karalamak, onları suçlamak sadece şeytanın memnun olacağı bir davranıştır. Bu vartadan kurtulmanın çaresi, Bediüzzaman'ın gemi misaline yürekten inanmaktır. Doksan dokuz güzel hasleti olan birine, bize batan bir tek hasleti yüzünden su-i zan etmek, kızmak, kin ve nefret beslemek Müslümanlık mıdır? "Bin canım olsa kardeşlerimin mabeynindeki uhuvvete feda ederim" diyen bir üstadın ızdırabını anlayabilecek miyiz? Esas olan, "Olan oldu, kader hükmünü verdi, kader kaleminin mürekkebi kurudu" deyip kimseye gönül koymadan, önümüze açılan yeni sayfaya Allah'ı hoşnut, büyüklerimizi memnun edecek güzel yazılar yazmaktır.

Böyle meselelerde nefis ve şeytan, meydanı boş bırakmayacaktır. Samanyolu TV'nin bana göre bu sezondaki en muhteşem yapımı "Ve İnsan Aldandı" dizisinde olduğu gibi insî ve cinnî bütün argümanlarını kullanarak üzerimize gelmeye devam edecektir. Onlara hiç iltifat etmemek, dediklerini dinlememek en salim yoldur. Muhterem Hocamız'ın "Sana laf getirenin senden de laf götüreceğini unutma!" vecizesi kulağımızın ve gönlümüzün küpesi olmalıdır. Taşınan lafların, ardı arkası kesilmeyen güft u gûların, bizi koruyan kale mesabesindeki uhuvveti zedelemesine fırsat vermemeliyiz. Kur'an'da "İrem bağlarını sulayan Arim barajı (seylü'l-arim)"ndan ve onun ihtişamından bahsedilir. Bu barajı yıkan küçücük bir faredir. Barajın önündeki sette kemire kemire oluşturduğu ufak bir delik, o setin patlayıp yıkılmasına ve binlerce milyonlarca fidanın hayat kaynağı o barajın yok olmasına sebebiyet vermiştir. Fareler bu uhuvvet barajının setine yaklaşmamalıdır. Kin, nefret, hınç, sözümona izzet, onur vs.. gibi nefsani fareler bu bölgede cirit atmamalıdır. Hangimizin izzeti, onuru inandığımız değerlerden daha üstündür! Kulaklarımız, gönüllerimiz "Girdik reh-i sevdaya, cünûnuz; Bize onur, bize gurur, bize namus lazım değil!" nidalarıyla çınlarken, enaniyetin, gururun önünde kuru bir yaprak gibi sürüklenmek de neyin nesi! Öyleyse kendimize yakışanı yapmalı, herkese gönülden, kalbden sevgi duymalıyız.

Kalbimizde burkuntu duyduğumuz kardeşlerimize samimane dua etmek

Yapılması gereken önemli bir şey de dua etmek. Elbette ki mukteza-i beşeriyet, nefis ve şeytanın da pohpohlamasıyla aklımıza değişik vesveseler gelecektir. Ama bu vesveseleri derhal savuşturmak ve zihnimize yerleşmelerine fırsat vermemek gerekiyor. Bunun en kestirme yolu da, kalbimizde burkuntu duyduğumuz kardeşlerimize, ağabeylerimize, dostlarımıza samimane dua etmektir. "Allah'ım, Ali abiyi, Veli abiyi, Hasan beyi işlerinde muvaffak eyle. Onlara istidatlarını aşan inkişaflar ihsan eyle. İman ve Kur'an hizmetinde daim ve kaim eyle. Ömürlerine vüs'at, rızıklarına bereket, hanelerine huzur ihsan eyle. Evlatlarını hayırlı eyle. Sen'in Rıza'na, Efendimiz'in hoşnutluğuna, büyüklerimizin memnuniyetine mazhar eyle. Kalblerimizde uhuvveti, muhabbeti tesis buyur. Vifak ve ittifakımızı muhafaza eyle. Birliğimizin, dirliğimizin bozulmasına fırsat verme. Ya Rabbi ben bu kardeşlerimi, ağabeylerimi seviyorum, Sen de onları sev!" diye dua etmek ve bunu hiç terk etmemek, sadece bu dua için geceleri kalkıp hacet namazları kılmak, hem günahlarımıza kefaret hem şeytanın hücumlarına karşı delinmez bir zırh olacaktır.

Efendimiz'e (Sallallahu aleyhi ve sellem) savaşta attığı ok için bile "O oku atan sen değildin; atan Allah'tı." dendiği bir yerde, başa gelenleri, olan biteni insanlardan bilmek gizli şirktir. İcraat-i Sübhaniyesinin her birine kurban olduğumuz Kudreti Sonsuz, takdirinin muktezasına göre sebebleri kullanır. O'nun hükmüne tam bir kabulle teslim olmak, kimseye bir iğne ucu kadar isnatta bulunmadan önümüze bakmak ve durmadan yürümektir Kur'an talebelerine yakışan. Rabbim, imana ve Kur'an'a hizmet yolunda ayağımızı kaydıracak her türlü tehlikeye karşı bizleri uyanık tutsun. Kayma noktalarında inayetiyle elimizden tutup bizleri yalnız bırakmasın. Uhuvvetin, vifakın ve ittifakın inayetin biricik dâîsi olduğunu bizlere unutturmasın.

Yazıya noktayı Muhterem Hocamız'ın "Bence tam ağlama mevsimi" başlıklı yazısından kısa bir alıntıyla koyalım: "Gelin, bugüne kadar gülüp eğlenmelerimize karşılık biraz da feryad ü figân türküleri söyleyelim.. nefsânî yaşamaya veda edip biraz olsun dertlenerek hayatın başka renklerini de duymaya çalışalım. Dert söyleyip dert dinleyelim ve dertlileri dinleyene yakın durma yollarını araştıralım.

Ömrümüzün işe yarar günleri büyük ölçüde boşuna gitti. Artık ufukta bu hayat gündüzünün gecesinden emareler var. Bundan böyle bize kalkıp o uzun gece için, sönmeyen bir çerağ tutuşturmak düşüyor. Bundan sonra olsun, kendimize gelmeli, dağınıklıklardan sıyrılmalı, özümüze dönmeli ve ciğerlerimizin hasretini gözyaşlarıyla soluklamalıyız.. ve bilmeliyiz ki, Hak katında toprağın bağrına, gözyaşlarından daha aziz hiçbir şey damlamamıştır. Bugün toprağa dökülen o damlalar, çok yakın bir gelecekte her tarafı İrem bağlarına çevirecektir. Gel, çöllerden daha kuru şu beyâbanda herkese gözyaşlarının sâkisi olalım ve güftesi heyecan, bestesi ağlama en taze meyvelerden yepyeni ziyafetler tertip edelim..."

Tam Ağlama Mevsimi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder